Creed II: Efsane Yükseliyor (Zenci Rocky, normal Rus'a karşı), Burning (Tür: Sıkıcı olmayan festival filmi, Kategori: Asian)
Her izlenen filmde akılda kalan en fazla 5 dakika, bilemedin 10 dakikadır. Bu haftaki filmlerden de şunlar kalacak aklımıza: 1) Replikalar filmindeki Keanu Reeves'in yine jestsiz-mimiksiz dümdüz oyunculuğu. 2) Haftanın kaliteli arthouse filmi Şüphe'deki başrol ablamın affedersin yarı çıplak bir şekilde sırtını bize dönüp gün batımına karşı dans etmesi. 3) Yeni nesil Rocky serisi Creed'in yeni filmindeki bir boks filmi klişesi, 10 dakikalık müzikli antrenman kurgusu. Şöyle kısaca toparlarsak; düz adam suratı, hoş kadın sırtı, şenlikli dumble kaldırma klibi.
Antrenman demişken Rocky 4'ten bir antrenman sekansı izleyelim, iyice bi gaza gelip Creed filminden başladığımız haftanın film yorumlarına geçelim.
Creed II: Efsane Yükseliyor (Creed II) - Ruslar yine meymenetsiz boksör yapmışlar...
'Yeni nesil siyahi Rocky' olarak açıklayabileceğimiz Creed serisini başlatan film Creed: Efsanenin Doğuşu, beğenilesi bir işti ve eleştirmenler olarak "Nasıl yumruğu koydu ama?" şeklinde sanatsal argümanlarla filmi beğenmiştik. İlk Rocky'i de hatırlatan o filmden 3 yıl sonra, Steven Caple Jr.'ın yönettiği Creed II'de oyuncu kadrosu aynı: Sylvester Stallone, Michael B. Jordan'ın kum torbasını tutma rolündeyken Tessa Thompson da ev hanımlığı ile beraber şarkıcılık yürütmeye çalışıyor. Dolph Lundgren de yine Ivan Drago'yu oynuyor, yine davar gibi, ama birazcık suratına renk gelmiş...
Kimler kimlerle yumruklaşıyor?
Rahmetli hovarda Apollo Creed'in evlilik dışı oğlu Adonis, ilk filmden sonra bir efsane olmuş, ağır siklette altın kemeri almış ve gidiyor güzel sevgilisi Bianca'ya evlilik teklifi sunuyor, "Yav zaten bir altın kemerimiz var. Bir tane de düğünde Rocky takar, ohh yaşar gideriz" diyor... Ee diyoruz, her şey süper, 140 dakika ne izleteceksiniz siz? Derken bir olay oluyor. Apollo'yu yumruklayarak öldüren vahşi boksör Ivan Drago ve oğlu Vitor ortaya çıkıyor. "Biz hayvan gibi antrenman yapıyoruz ve bu sayede adeleleri aşırı gelişmiş Ruslarız, Adonis Creed gelip bizimle dövüşmeli" diyorlar ve film asıl o zaman başlıyor.
- Gözlerimin içine bak ve tekrar et: Poşete para vermeyeceğim!
Neye benziyor?
Serinin dandirik filmlerinden Rocky IV'e oldukça özeniyor film. Yani sanki o filmde 4 yerine IV yazılmasından başka bir numara varmış gibi, neresine özenmişlerse... Dandirikti o be! Suratını korumamasıyla ünlü Rocky'nin yumruk yiye yiye Ivan Drago dövmesi ayrı dandirikti, Drago'nun Sovyet doktorların yarattığı bir canavar gibi gösterilmesi ayrı bir dandirikti. Sovyetler de zaten bu filmden az sonra dağıldı. "Yuhh yaaa bu kadar mı sıfatsız duruyoruz dışarıdan" diye alınıp dağıttılar devleti. Diye biliyorum ben...
Film, bu Rocky 4'ün anlatısını aynen izlediği gibi bir yandan da aynı karakterleri takip ediyor ve asıl adamların oğullarını kapıştırıyor. İsveçli aktörün oynadığı Ivan Drago'nun Rumen boksör Florian tarafından canlandırılan oğlu Vitor, Rus boksörleri temsil ediyor ve ABD'nin Creed'ine meydan okuyor. Böyle de saçma bir olay...
Balyoz gibi patlayan işçi yumruğundan boksör yapan Sovyet bilimcileri...
O zaman, filmi artılarıyla eksileriyle, biraz dövelim biraz da hakkını verelim:
- İlk filmin yazan ve yöneteni Ryan Coogler'ın eksikliği hissediliyor. Kendisi bu filmin yürütücü yapımcısı olmuş, film çekileceği sıra Black Panther yönetmekle meşgul olduğu için buna bakamamış. Belli ki kendisi daha çoook 'dövüşen siyahi yakışıklısı adam' filmi çekecek ve bunlardan bir kısmı güzel olacak.
+ Filmdeki küçük çocukların kız olması, filmin artılarından biri... Çünkü çocuklar erkek olarak doğdukça boksör oluyor ve maalesef gelecekteki zorlama serilere kapı aralanıyor. Muhtemelen geleceğin eleştirmenleri de "Unutulmaz Creed serisine saygı duruşu niteliğinde..." yazar, gereksiz çok puan verir gelecek serinin ilk filmine.
- Bu filmin heyecanı meyecanı yok! Bu boks filmlerinde, her şeyin baştan sona belli olması bayıyor artık. Boks maçı sahneleri de sarmıyor beni, en çok boksörün et tekmeleyerek, lastik kaldırarak, araba arkasında köpek gibi koşarak antrenman yaptığı montaj sekansları seviyorum. Ama o da 10 dakika! Youtube'dan da açıp izleriz o müzikli-dambıllı yerleri yani...
- O kadar yüzme bilmiyorum dedim yine havuz antrenmanından yırtamadım mk...
+ Müzikler, sesler ve işin show business kısmı iyi gibi. Game of Thrones'tan görüntü yönetmeni, Black Panther'den sanat yönetmeni getirmişler.Tutarlı bir sinematografi olmasa da altın kemer sarısı ve eşofman grisi arasında bir renk skalası olduğu söylenebilir filmde.
- Karakterlerde psikolojik bir derinlik bulmak mümkün değil. Creed'in psikolojik yaraları belirgin değil, böbrek yırtılması belirgin. Rus boksör Vitor ise yine KGB tarafından geliştirilmiş, Putin'in isteği üzerine ABD'ye karşı özel olarak tasarlanmış gibi, kaslı bir füzeye benziyor, tekdüze, tek boyutlu bir adam...
+ Boks dünyasından gerçek isimler de kullanılmış ve gerçekçi bir boks atmosferi yaratılmaya çalışılmış, güzel... Ben tanımıyorum ama hakemiyle, anonsçusuyla, yorumcusuyla spor dünyasının ünlüleri varmış. Peki boks maçlarında da adamın kaburgasına vurunca gerçekten davul sesi geliyor mu, bilen yazsın.
- Ameliyatlı yerime vurdular lan!
Son olarak; bu filmi söylemesi ayıp basın gösteriminde izledim. 130 dakikalık filmin 90. dakikasında vereceğim puan belliydi, düşüktü. Ama çıkışta "Rocky'ye saygı duruşu olmuş bu ya" deyip film sonrası saygı duruşu yapan eleştirmenlerden etkilenmemem gerekiyordu. Kulaklarımı kapatarak hızla asansöre koştum ve aynada kendi gözlerimin içine bakarak puanımı verdim.
Puan: 55 (bi 5 puanlık etkilenme payı vardır yine)
Replikalar (Replicas) - Kapıdan girsem yok a canım bacadan girsem yoook...
Daha çok televizyona iş yapan, ismi çok duyulmadık bir yönetmen yönetiyor. "İsmim duyulmamış olsa nolur?" diyor, bizim yakışıklı suratsız Keanu Reeves'i oynatsam yanına da seksi Alice Eve'i koysam izlenir ki diyor. Cadde ismi gibi adı olan Chad St. John yazıyor, biz yazsak yapımcıların kıçıyla güleceği, eğlenceli partilerinde bizi şebek edeceği bu senaryo Türkiye'deki 100 küsur sinemada seyirciye sunuluyor.
Noluyor, niye kızdın?
Keanu Reeves, bütün orta yaş yakışıklılığıyla insan bilincini yapay ağlara aktarabilmeye ve insan klonlamaya çalışıyor. Bi kere daha Keanu'yu görür görmez anlıyoruz ki, hiç gerçekçi değil; çünkü bilimle, beyinle uğraşan insan karizmatik olmaz, olamaz. Aziz Sancar gibi olur. Neyse, bu diyelim ki olmuş, işinde de başarılı, arada patronu onu sık sık "O logoyu bi tık büyütsek mi?" diye uyarıyor, bu yapıyor. Her şey iyi gidiyor derken şimdiye kadar gördüğüm çekilmiş en kötü kaza sahnesinde ailesini kaybediyor. Kendisi hiç yara almadan kurtulurken ailesi de hiç yara almadan ölüyor.
Bizimki kazadan sonra diyor ki, "O kadar bilimciyim madem, ben bunları kopyalayayım..." Hemen beyinlerini birtakım mekanizmalara kaydediyor. Word’deki otomatik kaydetme özelliği gibi, onlar da Allahtan ölmeden önce otomatik olarak kaydetmişler beyinlerini... Böyle işte. Daha anlatmamayım...
İçine biraz Aziz Sancar katınca daha çok bilimciye benzedi...
Yıl olmuş 2019, hâlâ bilimkurgu soslu kötü aksiyon çekmek...
Gerisi B film klişeleri, kötü aksiyon filmi klişeleri... Eğreti, zorlama. Fikir güzel, ama senaryo en basit şaşrtımacalardan, kıvraklıklardan bile aciz. Keanu Reeves, önüneki hologramda beyin sinirlerini eliyle kontrol ediyormuş gibi yapıyor*, bu da filmi bilimkurgu mu yapıyor?! Diye düşünüp düşünüp kızdım ilk yarım saatte. Sonra da dedim ki, ya niye kasıyorum, bunlar çekerken kasmamış, ben de kasmayayım. Ve o yarım saatten sonra kötü film komikliğinin hazzını yaşadım. "Puhahaha yine nasıl da geri zekalı bir açıklama getirdiler yine" diye içimden içimden güldüm. Hayatta her şeyden haz almayı bileceksin. Hayat kısa.
* Müge Anlı'ya katılıp "Cinlerim var benim" filan dese sırıtmaz... Ahah...
Puan: Keanu Reeves ve klon ailesi 35. Palu ailesi 50
Şüphe (Burning) - Burning, Burning diye 8 aydır övülen film, nihayet vizyonda...
Şiir (Shi) isimli müthiş filmiyle bildiğimiz Chang-dong Lee yönetti, kedili, gizemli karakterli metinleriyle ünlü bir Murakami öyküsünden uyarladı (Yo hayır Murakami okumadım). Murakami'nin 1983'te yazdığı bir öyküymüş bu, o da zaten 1939'da yayımlanan William Faulkner'in aynı isimli öyküsünden esinlenmiş, Faulkner de kesin bir Mısır hiyeroglifinden filan esinlenmiştir, böyle gider bu... Murakami, İngilizcesiyle Barn Burning demiş öyküsüne, ahır yakan bir adam, umutsuz bir erkek ve bir kadın öyküsüymüş bu... Evet, niye verdik bu uzun uzun bilgileri? Burası dolsun diye tabii ki.
Karagümrük, Ahlat Şüphesi...
Filmin başlarında içine kapanık ve affedersin sık sık 31 çeken Jong-su isminde bir adam görüyor, "Amaan bu mu yani" diyoruz. Ama sonra anlıyoruz ki, edebiyat meraklısı, işsiz ve elbet bir gün içinde bulunduğu fakirliğin hesabını soracak bir genç bu, ısınıyoruz ona. Tutunamayan bir işsiz olarak Ahlat Ağacı'ndaki Sinan karakterini hatırlatıyor, onu da bırak memleketteki gençlerin 5'te biri aha böyle, hepsini hatırlıyor, bi sinirleniyoruz. Filmin Burning olan İngilizce ismi de gaza getiriyor, "Karagümrük'ü yakarım / Sonra girer paşa paşa yatarım hakim bey" diyecek kıvama geliyoruz.
Seneler öncesinde yapılmış bir Burning Türkiye uyarlaması...
Film, ince ince yazılmış ve belirsizliklerle örülü karakterlerle zenginleşiyor. Jongsu'nun eski komşusu olan, eskiden çirkin olduğunu söyleyen ve estetikle güzelleştiğini iddia eden Haemi de bize güzelliği arayan bir kadın imajı sunuyor. Jong-su da zaten iş arayan bir erkek imajı sunmuştu. Bir de Haemi'nin hoşlandığı zengin bir herif var, adı Ben. O da karı kız arayan bir imaj sunuyor galiba... Gizemli görünen, çok çaktırmasa da pis huyları olan bu adam Haemi'nin gönlünü çalıyor. Derken bu üçlü arasında bir öykü dönüyor, o arada soluk güzel görüntüler girip çıkıyor ekrana.
- Tükürüğüm bile zengin tükürüğü...
Başarılı bir edebiyat uyarlaması Şüphe. Yani sadece güzel öykülü, 'görüntülü kitap' gibi bir film değil, atmosferi sağlam... 'Memeli kısmını gün batımına çevirerek dans eden kadın sırtı' ve bu sahne ardından gelen 'çayırlarda deli dülü koşan adam' imgeleri de filme görsel bir karakter kazandırıyor. Kariyerinde 6 film bulunan ve görsel anlamlarda usta olan Chang-dong Lee'nin bu eseri, biraz Antonioni filmlerini andırıyor, biraz da içindeki kuyu, yazar ve 'fakirlik hayalleri' temalarından dolayı Ahlat Ağacı'nı... Hatta Ahlat Ağacı'nın olmuş hali bu film... Olmuş ahlat! Lezzetli armut!
Kafalar biraz kenevir, evet...
Puan: 90 (Cannes'da 5 yıldızı basan basanaydı, ben biraz daha temkinliyim. Ehem...)
Diğer:
Robin Hood: Bildiğimiz öyküyü 500. kez anlatmaya soyunan 2018 yapımı bir film bu ve Taron Egerton deyince muhtemelen yüzde 80'inizin tanımayacağı Kingsman'in genç yıldızı başrolde oynuyor.
Lanetli Sular: Georges Padey'nin yönetmenliğini üstlendiği Nereus, arkadaşının havuzunda şeytani bir varlık tarafından saldırıya uğrayan Sara'nın mücadelesini ele alıyor ve anlıyoruz ki evet, havuz hiçbir anlamda hijyenik bir ortam değil...
Dalavere: Yerli. Komedi. Mafya var.
Ralph ve İnternet - Oyunbozan Ralph 2: "Amaan dublajlı animasyon işte" diye burun kıvırmayın, izleyen eleştirmenlerce pek övüldü bu film. İnternet çağında masal kahramanları gibi bir şey anlatıyor ve esprileri yetişkinlere de hitap ediyor. Yetişkin filan dediysek 18+ değil tabii, yeni çıkan yasaya göre düşünme!
SONUÇ - Yasalar hangilerine izin veriyor?
Creed II, birkaç güzel maç ve antrenman planından fazlası değil. Replikalar ise "Bir bilimkurgu filme gideyim de biraz güleyim" diye düşünmüyorsanız size göre değil. Bir adet çocukla beraber neşeli vakit geçireyim derseniz Ralph ve İnternet animasyonu size göre olabilir. Kafa olarak ağır ilerleyen bir arthouse filme hazırsanız da senenin en iyilerinden biri olarak gördüğüm Şüphe filmine gidebilirsiniz. Yalnız Şüphe'ye gidecekseniz gözünü seveyim, masturbasyon sahnesinde çıkmayın. Adana'da çıkan oldu, çok konuştuk arkalarından. Zaten bu yeni sinema yasasından sonra sansürlenecek gibi bunlar hep, son masturbasyon sahnelerimiz bunlar, gözünüzü sevem...
Haydi haftaya daha dolu dolu bir vizyonda görüşmek üzere...
Twitter: @duraladam
-BİTTİ (Haftaya Serdar Akar var, M.Night Shyamalan var... Bakalım bitmişler mi?)-
facebook'ta Paylaş twitter'a yolla Allah'a havale et