Battaniyelerinizi Hazırlayın: Undone'dan The Crown'a... Bu Kışı da Bir Şekilde Atlatmanızı Sağlayacak Yeni Mahsül Diziler
Biliyorsunuz ki sonbaharın gelmesiyle kışçılar, battaniyenin altına girip çatır çutur dizi izleyecekleri için çok sevinirler. Sevinirler fakat bir yandan da "Elimin altında kocaman dizi izleme platformları var ama ne izleyeceğim hakkında en ufak bir fikrim yok" diye kara kara düşünürler. Biz de madem öyle dedik, bu yaz kaçırmış olabileceğiniz dizileri ya da yakın zamanda TV'lerimizi şenlendirecek kaliteli yapımları şöyle kısaca yazalım. Yeri gelince övelim, yeri gelince "Netflix de iyice bozdu ya" diye söylenelim.
O zaman madem çok kaliteli dizilerden bahsedeceğiz, favori dizilerimden birinden bi sahneyle başlayayım ve uzun zamandır aklımda olan talebi buradan yetkililere duyurayım: "Netflix, Cennet Mahallesi'nin tüm bölümlerini platformuna koy!!"
1. Carnival Row - Hayat kısa Suriyeliler uçuyor...
Amazon Prime Video'nun dizisi. Ergen ağırlıklı filmlerdeki güzelliğiyle dikkat çeken Cara Delevingne ve "Şey değil mi ya bu, Yüzüklerin Efendisi'ndeki Elf şeyi" diye bildiğimiz Orlando Bloom başrollerde. Dizinin evreni kurmaca olsa da öykü Sanayi Devrimi İngiltere'sini akla getiriyor. Bu arada pırpır kanatlı periler, koç boynuzlu adamlar, el kadar yaratıklar ayak altında dolaşıp duruyor. Çünkü bu mitolojik unsurların ülkeleri sömürgeci arkadaşlar tarafından talan edilmiş ve bu masalsı şeyler, gelişmiş kentlere gelip burada hizmetçi, seks işçisi gibi görevlerde çalıştırılıyor.
Dizideki tüm ezilen yaratıklar maalesef Suriyelileri temsil ediyor. Suriyeliler buraya kadar gelmiş ve anlıyoruz ki Suriyeli uçsa da kimseye yaranamıyor. Başkarakter peri kızımız uçarak hakkını aramaya çalışırken diziden anladığımız şey "Brexit işi bu İngilizlerin psikolojisini iyice bozmuş" oluyor.
Dizide bir polis müfettişini canlandıran Orlando Bloom'un aşırı jest mimik kullanıp aşırı cool'luk kasması, zaten kasvetli olan ve kadrosu güçlü olmayan dizide hiç de olmuyor. İnsanın "Sen Joaquin Phoenix misin Orlando" diyesi geliyor. Bi kere Joaquin'in okunuşu bile zor, oysa ki sokaktan geçen herkes Orlando diyebiliyor. Bunun yanında dizinin sanat yönetmenliği, kostüm makyaj anlayışı gayet başarılı duruyor. Bir de uçan perilerle uçmalı sevişme sahneleri değişik bir estetik yaratıyor, insanı olmayacak şeylere heves ettiriyor.
Biraz önce sevişmiş olması bile Orlando Bloom'un mimik kasmasını engellemiyor...
Puan: 65
2. The Boys - Halk düşmanı süper kahramanlara karşı ezik Amerikan gencinin gücü...
Bu da bir Amazon Prime Video işi ve bir çizgi roman uyarlaması. Yedi kişilik bir süper kahraman ekibi var, kendilerine dümdüz bir şekilde The Seven diyorlar. Kim bilir belki de yedi ölümcül günahı temsil ediyorlar, kibir de bunlarda, oburluk da bunlarda, evlilik dışı şehvetli seks de bunlarda. Zaten bu süperler, markalaşmış, para içine yüzen ve her şeyi imaj için yapan yozlaşmış insanlardan oluşuyor. Sıradan insanlar çok da umurlarında değil, amaçları prestij kasıp daha çok malın gözüne vurmak ve bu şekilde daha gerçekçi duruyorlar.
O sırada bu süper güçlülerden biri yüzünden sevdiceğini kaybeden, sessiz ve kendi halinde bir loser genç de The Seven'a karşı bir çıkış yolu arıyor. "En olmadı AYM'ye bireysel başvuru mu yapsam" diye düşünürken Billy Butcher diye serseri tipli bir adam ona yol yordam gösteriyor, yarı yeteneksiz bir ekip kuruyor ve The Boys ortaya çıkıyor. Böylece süper kahramanlara karşı "Sen gözlerinden ışın çıkaran Homelander bey. Sen mi süpersin? Hayır ben süperim" diyen bir ekip oluşuyor.
Valla dizi su gibi akıyor. Aksiyon yine var, gerilim iyi yaratılıyor ama vurdu kırdıyla beraber politik entrika ve karakter dönüşümü dizinin temel meselesi oluyor. Bazı sahneler, özellikle acemi cinayet olayları Breaking Bad'den esinlenilmiş havası veriyor. Bazılarınız ise tam şu anda "Sahi ya Breaking Bad'i neden dördüncü defa izlemeyeyim ki" diyor, duyuyorum.
Dünyanın tüm umudu bu şaşalak çocukta...
Puan: 75-80 (Hesaplamalar devam ediyor.)
3. Typewriter - Amerikanların Stranger Things'i varsa bizim de Fakir'imiz var diyen Hintliler...
"E yine doğru dürüst bi şey yok bu Netlfix'te" diye elimde kablosuz mause'la dolaşırken (n'apayım akıllı televizyonum yok) keşfettim bu Hint korku dizisini. Evet, Hindistan yapımı 5 bölümlük bir mini Netflix dizisi bu. Türü korku ve Netflix klişesine dönüşen "3-5 çocuk arkadaş gizemli bir şeyler peşine düşer ve karşılarına acayip gizemli şeyler çıkar" şeklinde özetlenebilecek bir öyküsü var. Çocuklar bir Spielberg uyarlamasından fırlamış gibi, polisler bir Hollywood filminden çıkmış gibi, ayrıca hepsi de gayet modern. Hiçbiri de korkarken dans etmiyor, koreografi sergilemiyor.
Dizinin ismi; ruhu olan, daha doğrusu içine kötü bir ruh sıkışmış olan bir daktilodan geliyor ve acaba bu korkunç daktilo, okur yazarlıktan korkan Doğu toplumunu mu temsil ediyor?? Bence yoo, gayet de dümdüz daktiloyu temsil ediyor, etse etse hipsterların nostaljik daktilo sevdasını temsil ediyor olabilir.
Öylece bakılmak suretiyle masalarda eskiyen retro daktilolar...
Senaryonun flashback'lerle gizemli bir geçmiş yaratma çabasını sevdim. Kötü bir ruh olarak dirileceği günü bekleyen Fakir'in (Hint fakiri mi ki bu? Yılan mılan oynatmıyor ama) karakter altyapısı hiç fena değil. Hem ayrıca fena olsa nolur, altı üstü 5 bölüm. Hemen izleyin, üstüne bir de bir buçuk saat podcast çakmak isterseniz, bu işlerle ilgilenen Gerisi Hikaye ekibinden şu podcast'i de dinleyin.
Puan: 60 - 65
4. Pavyon - BluTV'nin yine Angaralıdan ekmek yeme çabası
Evet ben de hepiniz gibi "Aaa Behzat Ç başlıyormuş, hiç de izlemedim ama du bakalım internet televizyonunda nasıl oluyormuş" diye BluTV üyeliği aldım. Bazen eleştirmen olsan bile "diğerleri" gibi oluyorsun, kendini tutamayıp etrafına "Behzat Ç başladı la, izledin mi bebe" diyorsun. Behzat Ç'nin ilk heyecanı geçtikten sonra ise dizi sarmadı, ben de bu "sahte belgesel" diyebileceğimiz Pavyon dizisine sardım. Gerçek olayların oyuncularca çok gerçekçi bir şekilde canlandırıldığı bu dizi tahmin ettiğiniz üzere pavyon hayatını anlatıyor. Dobra kadınları, taksicileri, ahmak müşterileri, müzikleri...
Anlattığı şeylerle bir yeraltı işi diyebiliriz yani... Gayet eğlenceli. Ayrıca pavyonlarının kökenlerinin köylerdeki oda eğlencelerine dayandığını görmek gibi şeyler ufuk açıcı... Bir de çok kazıklıyorlar, evet, onu hepimiz biliyoruz...
Puan: 75
5. Euphoria - Sürekli haplanıp sevişen gençlerin türlü sorunları...
Aynı isimli İsrail dizisi uyarlaması. Bu yaz sezonunda HBO'da gösterildi ve "Elin yaz dizileri bile ne biçim çekiliyor" dedirtti. Dizi obsesif bir genç kızın uyuşturucu merakına eğiliyor, özenli kareleriyle dikkat çekiyor. Çeşitli ışık oyunlarıyla seyirciye de kafa yaşatıyor. Ama ayık kafayla pek izlenmiyor, dağınık kurguyu garipsememek için kafanın da dağınık olması gerekiyor. Bir de seks var evet, zaten fragmanı görüp azgın hormonlar etkisiyle hücum etti çoğu insan diziye. Dizide bol bol popo ve pipi görüp "Vay be, popo olsun, pipi olsun elalemin memleketinde çatır çatır gösteriliyor" diye iç geçirdiler.
Bunun yanında Batılı gençlik filmlerinden bildiğimiz şeyleri görüp duruyoruz. Biraz şişmanca olup aşkı arayan kız olsun, aslında sert görünen ama içinde güçsüz olan erkek olsun, sorunlu kız olsun, başka bir sorunlu kız olsun... Bunları da klip estetiğinde görüyoruz. Zaten her sahnede neredeyse farklı bir müzik ya da şarkı giriyor, o sırada başı dönen gençlerin etrafında dönen kamera da bir klip etkisi yaratıyor. Ama olsun, insanın bazen klip izlemeye de ihtiyacı oluyor. 600 adamla aynı yerde yaşadığım askerlikten yeni terhis olduğumda asker arkadaşlarımla bir kafeye oturmuş ve kafedeki Dream TV'yi görünce konuşmadan dakikalarca pürdikkat izlemiştim mesela...
Bazı sahneler Yıldız Tilbe klibi etkisi de yaratabiliyor...
Puan: 70
6. Undone - Ooo keşif dizi, teşekkürler Zaytung Sinema
Amazon Prime'da gösterilen ilk animasyon dizi bu ve yaratıcıları da yakın zamanda son sezonu başlayacak olan BoJack Horseman'den bildiğimiz isimler. Gerçek setlerde oyuncularla çekim yapıp sonra onları animasyona çevirme tekniği olan, Linklater'ın bazı filmlerinden, Love, Death & Robots'un ilk bölümünden filan bildiğimiz rotoskop tekniğiyle yapılmış dizi. Alma isminde bir kadının bir kazadan sonra yaşadığı zihinsel oyunları izliyoruz. Daha fazlasını söylersem spoiler olur. Dizi Fleabag gibi başlıyor, yer yer OA dizisini de anımsatıyor, birkaç bilimkurgu filmi daha aklımıza getiriyor. O filmleri de söylersem spoiler olur, tüm sürprizler bozulur, bazı yuvalar yıkılır..
İsmi hem "yapılmamış" hem de "perişan, bitik" gibi anlamlara gelen 20'şer dakika 8 bölüm süren Undone, teknik ustalığıyla beraber kafası ve hayatı karışık karakteriyle dikkat çekiyor. Eğer işte böyle iyi bir dizi yapmak istiyorsan demek ki en başta karaktere sağlam bir fiziksel ve psikolojik sorun vereceksin. Alma da böyle sorunlarla boğuşuyor... İşitme sorunları çeken kadınımız, bi bilsen neler neler görüyor. Demek ki Allah bir yerden alıp bir yere veriyor. Yine de tabii yaradan kimseyi Undone etmesin! Diyor ve saçma sapan bitiriyorum bu diziyi de...
- Park yeri yok, park yeri yok, park yeri...
Puan: 85
O zaman bir tane de, hâlihazırda iki sezonu çıkan ve yakın zamanda yeni sezonu gelecek bir dizi önerelim:
7. The Crown - Bir türlü ölmeyen kraliçenin gençliği...
Şu an 93 yaşında olan ve affedersiniz bir türlü vefat edip de 70 yaşına gelmiş varislerine tahtı devredemeyen İngiliz Kraliçesi II. Elizabeth'i, soluk renkli bir dönem dizisi olarak anlatan bir yapımdır bu da. Güzel ve yetenekli Claire Foy'un canlandırdığı Elizabeth'in gençlik fotoğraflarına bakınca ise anlıyorsunuz, evet, kraliçenin gençliği o kadar da güzel değil. Gerçi fena da değil. Konu ama zaten o değil.
Çok sade bir şekilde akıp giden dizinin politik entrikaları güzel. Döneme hakim olmak için; Süveyş Kanalı'nın kaybedilmesini, Kennedy suikastini, caz müziğine dans eden Ganalı devrimcileri, cibiliyetsiz İngiliz başbakanlarını azıcık öğrenmek için izlenir. Monarşinin İngiltere'de nasıl olup da bu kadar uzun yaşadığına dair fikir de edinebilirsiniz. Özellikle ikinci sezondaki Kuklalar ve Sayın Bayan Kennedy bölümlerini öneririm.
Peki diziyi izleyince anlayacak mıyız; iki tane meclisi olan, kraliyeti olan, gayet kaliteli basını filan olan bu İngilizler nasıl olmuş da günümüzde mal gibi Brexit'i kabul etmiş? Maalesef dizide de bu mallığı açıklayabilen bir şey yok. Belki kraliçe bi 45 yaş genç olsa el atardı duruma...
Puan: 75- 80
Son olarak bir tane de, "başlasa da izlesek" kontenjanından bir dizi koyalım:
8. Watchmen - Şimdiden başlayalım: "Çizgi romanı daha güzeldi... Filmi de daha güzeldi..."
Alan Moore'un 1986'da yazdığı grafik çizgi romandan uyarlanan, Zack Snyder'in 2009'daki Watchmen filmini hatırlarsınız. Süper kahramanlar derin devlet gibiydi, pis politik ilişkilere bulaşmışlar gibiydi. Hem psikolojik hem de sinematogafi olarak çok karanlık filmdi, pek güzeldi. 20 Ekim'de başlayacak olan dizi ise klasik grafik romanın direkt uyarlaması değil gibi. Aynı evren ama filmden sonrasını anlatıyor gibi. Ya da daha doğrusu filmdeki olayların arka planını anlatıyor gibi. Üfff, fragmandan izleyip bunları anlamak o kadar zor ki.
Dizinin yaratıcısı ve 6 bölümünün de yazarı, Lost, Leftovers gibi klasikleşmiş dizileri yazmasından bildiğimiz Damon Lindelof olduğu için heyecanla bekliyoruz. Fragman aslında öyle aman aman birşey sunmuyor ama, bölümden önce karıncalı ekranda pfuşşht diye gelen HBO logosuna güveniyorum ben.
Bunların yanı sıra, kasım ayında yeni sezonu gelecek olan Rick and Morty'i ve yakın zamanda yeni sezonu gelen Good Place'i öncesinde buralarda çok fazla önerdim diye bu sefer hiç önermedim. Bir de yine yakın zamanda yeni sezonları gelen Peaky Blinders ile Mindhunter'ı da izlemediğim için önermedim. Çünkü ben de çalışan bir insan olduğum için her şeyi izleyemem. Ayrıca işten yorgun argın gelince kafam Erik Dalı oynayan Yamaç gibi oluyor, kasvetli dizileri çok izleyemiyorum. Siz isterseniz yorumlara yazarak kendi dizi önerilerinizi yapabilirsiniz.
Haydi o zaman, artık ne zaman olur bilmiyorum ama bir sonraki dizi-film yazısında görüşmek üzere...
Twitter: @duraladam
facebook'ta Paylaş twitter'a yolla Allah'a havale et