Ailecek Şaşkınız (Ahmet Kural ve Murat Cemcir’in çalgısız ve düğünsüz bir filmde oynama şaşkınlığı)
Son haftalarda ödüllü ve Oscar adaylıklı filmleri yazıp durdum; Türkiye gişelerini toplasan anca 100 bin eden, üstüne üstlük bizim sinema yazılarını okutmak için yeterince popüler olmayan filmleri... Bu hafta ise; "Belki görselde Ahmet Kural ve Murat Cemcir suratı görünce okuyucunun ilgisi çekilir" diyerek Ailecek Şaşkınız'ı öne çıkardım. Tabii yine ödüllü-adaylıklı filmlere bulaşmadan duramadım ve Oscar töreninde ismi geçecek Uğur Böceği ve Savaştan Sonra'yı da ele aldım. Yazının en altına da "Özlemişlerdir Oscar anketi tıklamayı" düşüncesiyle bir Oscar anketi koydum.
O zaman şu ikilinin İşler Güçler dizisi zamanından bir video koyalım şuraya, "Nerede Murat Cemcir'in o eski ve haklı atarları" deyip iç çekerek yazımıza geçelim:
Ailecek Şaşkınız - Yol Ayrımı’nın Şener Şen’siz ve komik olmaya kalkışan versiyonu
Selçuk Aydemir'i Çalgı Çengi ve Düğün Dernek serilerinden, Kardeş Payı ve İşler Güçler dizilerinden tanımayan kalmamıştır. İşler Güçler'den sonra yaptığı her işte "O kafayı bi daha yakalayamadı abi" diye arkasından konuştuğumuz Aydemir; Ahmet Kural yüzüne botoks yapacak duruma gelmeden, Murat Cemcir elden ayaktan düşmeden, bu ikilinin suyunu çıkarana kadar film-dizi yapacak gibi duruyor.
Ahmet Kural’ın oynadığı Ferhat, babasının şirketinde CEO’luk yapar ve onun çocukluk arkadaşı Gökhan da çocukluğundan beri Ferhat'ın yancılığı işindedir, şimdi ise şirketin finans müdürü olmuştur. Babası emekli olduktan sonra iyice patron olan Ferhat, çalışanları tam bir şerefsiz gibi sömürüp durur. Zaten inşaat ve şirket sözcükleri yan yana gelince 'ölmüş eşşek arama' kavramı ardından gelir. (Filmde Ferhat'ın kaybolan canlı atını aramak yerine ölmüş eşek arasalar güzel metafor olurmuştu aslında ha!)
Neyse, daha sonra Ferhat güzeller güzeli, iyi niyetliler iyi niyetlisi bir kadınla tanışır, âşık olur ve onun peşinden koşarken kendisini de değiştirmeye çalışır. Kural'ın taklit yeteneği iyi aslında, istese Zeki Müren, Metin Akpınar, Marlon Brando taklitleri yapar gibi değişmiş taklidi de yapabilir ama bu işler öyle yürümez!
Ahmet Kural yine aşkla bakıyor...
Gülüyor muyuz?
İkilinin çocukluklarının, ergenliklerinin gösterildiği flashback sahneleri güzeldi, şirkette geçen ilk sekans da öyle, hahaha hohoho diye güldürdü. Ardından Ahmet Kural’ın aşık olduğu sahne hafif bir hihihi dedirtti ve sonra bir şey oldu! Enerjisi mi düştü desem, büyüsü-aura’sı mı bozuldu desem yoksa senaryo afalladı, espriler çuvalladı filan mı desem? Hah buldum, en iyisi boka sardı diyeyim!
Hele bir yerden sonra tamamen salak kafadarlar komedisine bel bağlandı, hoş olmadı. “Meğerse elimdeki oyuncak tabancaymış”, “Meğerse adam boksörmüş” klişeleri güldürmedi; erkek erkeğe suni teneffüs yapma klişesi uzayıp giderken "Yıl olmuş 2018 laan" diye içime içime haykırdım, koltuğumda sönüp kaldım.
- Banka reklamındaki o robot benim işte ya, böyle böyle yapıyorum... Nasıl hatırlamazsınız?
Oyunculuklar:
Semih Kaplanoğlu'nun sütlü yumurtalı sanat filmlerinden tanıdığımız Saadet Işıl Aksoy yine bütün güzelliğiyle yakışmış perdeye; ama ona çok fazla duygu yazılmadığı için pek kendini gösterememiş. Anne rolündeki Günay Karacaoğlu ve baba rolündeki Cengiz Bozkurt da kendilerini nasıl biliyorsak öyle oynamışlar, bir yaştan sonra insan başka rol oynayamıyor dercesine... Kural ve Cemcir ise elbette pek yetenekli abiler ama senaryo onların oyunculuğuna fazla bel bağladığı için bir yerden sonra kıvranıyorlar gibi, sanki İner misin Çıkar mısın yarışmasına katılmışlar da seyirci, asansörlerini indirmesin diye için kendilerini zorluyorlar gibi...
Yalnız İner misin Çıkar mısın yarışmasından örnek vermek de ne ya, oha o kadar yaşlandım mı ben?! Daha geçen üniversiteye başlamıştım da "İşler Güçler diye bir dizi çıkmış abi, aynı Leyla ile Mecnun kafasında, çok iyi ya" diyordum.:(
Flörtünün altındaki klasik aracı görünce keyfi yerine gelen kadın...
Puan: 50 (Ve hepinizin aklında aynı soru: Hangi yarısı iyiydi?)
Uğur Böceği (Lady Bird) - Amerikan bağımsızlarının pek sevdiği bir konu olarak, ergenlik....
En çok da Frances Ha filmindeki oyunculuğuyla bildiğimiz Greta Gerwig'in yazıp yönettiği ikinci, tek başına yazıp yönetmeyi başarabildiği ise ilk filmi (büyüdü artık abisi, kocaman kadın oldu!). En İyi Film de dahil olmak üzere 5 dalda Oscar'a aday oldu film... En son Brooklyn filminde gördüğümüz Saoirse Ronan ergen bir kızı canlandırırken Laurie Metcalf de anası rolünde dikkat çekiyor. Ronan'ın En İyi Kadın, Metcalf'in de En İyi Yardımcı Kadın dallarında şansları var gibi görünüyor. Bak, şurada bir heykelcik gözüküyor bak, şöyle biraz fincanı çevirirsem daha iyi görebilirsin bak...
Kendisine Lady Bird diyen (sözde Lady Bird) bir genç kızın (Saoirse Ronan) 18 yaşına basmak üzere olduğu, Boyhood filmindeki gibi gençlik arayışlarında olduğu bir öykü… Küçük kasabasında sıkışmış bir gencin bu öyküsü, birçok Amerikan bağımsızını hatırlatıyor, zaten arayıştaki bu gençler olmasa Amerikan bağımsız film sektörü çöker, Sundance kan ağlar gibi duruyor. Lady Bird ise American Honey gibi hem enerjik hem sert bir gençlik filmi olamıyor, olmak istemiyor, "Bak yavrum bunun gibi olsana" dediğimizde "Siz ne anlarsınız yaa" diyor.
Filmin amacı ise; Katolik lisesindeki kanı kaynayan gençlerin çevreleriyle uyumsuzluğunu, ama mesela, eğer isterlerse uyumlu olabileceklerini göstermek... Bize de "Bu kız o çocuğa yakışıyor mu hiç", "Kızım o yosmayla arkadaşlık etme, bak seni de bozacak zilli" gibi şeyler demek düşüyor.
- Şşt asma suratını ya! İlk sene yurtta kalırsın 2. sene kafa dengi arkadalarınla eve çıkarsın...
Sevmedin mi? Sevmediysen söyle
Filmin anlatısı yer yer çiğ kaçıyor. Ne bileyim, Lady Bird kızımız bazı yerlerde zaten anladığımız şeyleri gereksiz yere açıklamasaymış olurmuş: 18'inden sonra bakkala gittiğinde “18 yaşıma bastım da ondan alıyorum bu porno dergiyi hihi” demesi ya da arabada birden huzursuzlanıp “Onun evine bırakın beni. Çünkü o benim o iyi arkadaşım. ” demesi gibi... Ayrıca “Üniversiteye gidince anlarsın anacığını” söylemi de biraz sığ kalıyor. Ya böyle anneler günü hediyesi gibi film mi olur ya? Anacığına hediye alacaksan mikser alırsın, takı alırsın, ne bileyim eşarp alırsın ama film çekmek de biraz...
Onun dışında, sahneleri kısa tutarak filme güzel bir ritim veren kurguyu ve kızın ağzından çıkan bazı cevapları beğendim. Bir de kimi eğlenceli sahneler mevcut… Ayrıca kimi sıkıcı sahneler de mevcut (Nasıl derin bir şekilde eleştiriyorum ama filmi?)...
Ne biçim bir şey yazmışsam, çekerken kendi filmimden sıkıldım! Şu monitörden dizi açılabiliyor mu?
Puan: 60 (5 üzerinden 3 diyelim ya da... Böyle deyince çok düşük görünmüyor)
Savaştan Sonra (Mudbound) - Siyahi var, II. Dünya Savaşı var, ezilen kadın var. Yaz bunu Oscar adaylarına...
Film, Hillary Jordan'ın 2008'de yazmış olduğu aynı isimli romandan uyarlandı, yönetmen Dee Rees belli ki siyahilerin en çok prim yapacağı zamanı bekledi ve 2017'de çekti. Film aynı zamanda bir Netflix filmi ve Netflix Türkiye'den önce, "Sinema sinemada izlenir lan!" diyen Fabula Films dağıtımcılığında Türkiye'de vizyon buldu. Hoş buldu...
Filmde siyahlar ve beyazlar var, evet. Satrançta olduğu gibi ilk hamle sırası beyazların ve beyazlar hamle yapınca siyahlara pek hamle yapma şansı kalmıyor.:( 30 yaşındaki Laura isimli kadını (Carey Mulligan) ailesinden isteyip onunla evlenen hafiften öküz bir Amerikan köylüsü Henry (Jason Clarke) bir çiftlik alıyor ve çiftlikteki siyahileri de bir şekilde köle gibi çalıştırıyor. Derken bu adamın kardeşi de, çiftlikteki siyahi aile Jacksonların oğlan da askere gidiyor ve savaş dönüşü dost oluyorlar.
Dostluk güzel tabii de bu Amerikan kasabası dediğimiz şey severek dinlediğimiz tıngırı tıngırı folk müzikler gibi değildir ki; kimse de Bob Dylan gibi ağzında mızıkayla barış barış diye dolanmaz. Hele ki herkesin klibinde salak salak sallanarak dans ettiği 60'ların Fransız pop şarkıları gibi hiç değildir.
≈ ≈ Siyah beyaz film gibi biraz... ≈ ≈
Nesi şey de nesi o kadar şey mesela?
Film bir roman uyarlaması olduğu için sağlam bir metin var. Olaylar her karakterin gözünden anlatılıyor, böyle olunca tek kişiyle değil en az 3-4 kişiyle özdeşleşme şansımız oluyor. Tabii dış sesin bu kadar çok kullanılması; yönetmen romanı okumuş ve “Amaan ne uğraşıcam sanki, bu metni aynen koyayım oyuncular okusun” demiş gibi duruyor, sanki hiç sinematografik dile kafa yormamış gibi duruyor diğer yandan... Görüntü yönetmenliği enfes, sanki sesli kitap okunuyormuş ve arkada da enfes manzaralar, gün doğumları gün batımları izliyoruz gibi... Aslında bu bence güzel bir şey…
Yani evet, gerekirse hem gerçekçi sinemayı hem edebi yönü ağır basan senaryoları aynı anda sevebilirim ve bunun için kimseye de hesap vermem! Anlaşıldı mı?
At var, bulut var, taşra var... Biraz daha kassa sanat sineması olurmuş...
Neler öğreneceğiz bu filmden?
Kadınlar yine eziliyor ve doğru dürüst aşklarını yaşayamıyorlar. Siyahiler zaten hep eziliyor, onlar da aşklarını yaşayamıyor. Mk dünyasında, tövbe tövbe, kimse aşkını yaşayamıyor. Ayrıca, biliyorsunuz işte; savaşmak kötü, Hitler ise çok kötü, tankta olmak yine iyi de savaş uçağında bombardıman altında kalmak hiçbir şeye benzemez! Neyse, savaşmayıp sevişmek lazım. Bir de ırkçılık iğrenç bir şey, o ırkçıların tassaklarını kesmek lazım. Piyano da pek süper bir şey, salonda güzel duruyor. Gibi…
Ayrıca yeterince iyi bir makyajla Carey Mulligan bile savaştan çıkmış gibi durabilir...
Puan: Savaştan önce 75, savaştan sonra 70
Diğer:
Sessizliğin Kardeşleri: Fragmanda, sessizce durup bakan bir dayı görüp minimalist film sessizliği sanacaksınız ama maalesef o dayı ahraz, yani sağır ve dilsiz... Yönetmen Taylan Mintaş, köyündeki ahraz kuzenleri Toso ve Çao'nun öyküsünü ele almış. Kendilerine özgü bir işaret dili kullanan bu ikiliyle beraber köyde Türkçe ve Kürtçeyle beraber üçüncü bir dil ortaya çıkmış. Hmm, şimdilik ilgi çekici duruyor.
Melez: Dram, romantik dram, komedi, romantik komedi, korku türlerinde tonla iş yapan ve iyi yapamadığı halde çekmeye devam eden pek özgüvenli yönetmen Biray Dalkıran bu sefer de ABD'de bir korku filmi çekmiş. Kısaca 'kürtajla alınan bebeğin intikamı' ya da 'gereksiz Türk özgüveninin dünyaya açılması' olarak özetlenebilir.
Puloi: Asla Yalnız Uçmayacaksın: Bu da kısaca, bu haftanın animasyonu... "Benim datlı yavrum büyümeden bir de İzlanda animasyonu görsün" diyenler için...
Kızıl Serçe: Jennifer Lawrence başrolde, geçenlerde vizyona giren Sarışın Bomba gibi seksi bir kadın ajan filmi... Niyeyse Rusları Amerikalılar oynuyor, herkes İngilizce konuşuyor, buna rağmen CIA çok tatlı bir istihbaratçıkken Rus teşkilatçıları fena gaddar gösteriliyor. Galiba birilerinin canı Soğuk Savaş nostaljisi çekmiş...
SONUÇ - Oscar var sanki bu hafta?
Yukarıda hepsini yazdık işte, ya Mudbound'a gidiver ya da Sessizliğin Kardeşleri'ne bir şans veriver. Biz gelelim pazar gecemizin eğlencesi Oscar adaylarına: Bence En İyi Film'i Üç Billboard, En İyi Yönetmenliği Suyun Sesi filmiyle Guillermo Del Toro, En İyi Oyunculukları En Karanlık Saat filmiyle Gary Oldman ve Üç Billboard filmiyle Frances McDorman alır. Sonra, En İyi Senaryo ödüllerini Beni Adınla Çağır ve yine Üç Billboard filmleri alır. Üç Billboard ne alırsa iyi alır iyi filmdir eyvallah ama ben olsam hiç listede olmayan mother! filmiyle Aronofsky'e En İyi Yönetmenliği; The Florida Project filmine de En İyi Filmi verirdim. Zaten eleştirmen olmak da böyle farklı düşünmeyi gerektirir!!
Son olarak da Yabancı Dilde En İyi Film'i (çünkü İngilizceyi anadilimiz gibi konuşuruz biz) de Sevgisiz alır diyeyim, Yekta Kopan heyecanlı heyecanlı konuklara söz verdiği bir Oscar gecesini daha merakla bekleyeyim... Bu arada aşağıda hem vizyon filmleri hem de Oscar filmleri anketimiz var, hatırlatayım ve müsaadenizi isteyeyim.
Twitter: @duraladam
-BİTTİ (Kaç kişi sabahlıyoruz şimdi?)-
(iletisimcevahiri Brüksel'den bildirdi)
facebook'ta Paylaş twitter'a yolla Allah'a havale et