Organize İşler 2: Sazan Sarmalı (14 yıl önceki filme göre bozma oranı = 14 yılda Türkiye'nin bozma oranı), İskoçya Kraliçesi Mary (I. Elizabeth olacağım derken Pennywise olmak)
Bu hafta sadece 4 film girdi ve ben hepsini izledim. Evet, hayatta ulaşabildiğim en yüksek konum bu. Bazen mesela bir sinemanın yanından geçerken posterlere bakıp "Hepsini izledim ki ben bunların" diyor, yanımda biri varsa omzundan dürtüp övgü bekliyorum. Bu hafta da hepsi hakkında konuşup sizden övgü bekleyeceğim filmler şunlar olacak: Organize İşler'in ikinci filmi 'Sazan Sarmalı', kostüm ve makyajdan Oscar adaylı 'İskoçya Kraliçesi Mary', oyuncaklı gerilimli 'Ölümcül Labirent' ve 9 aydır izle izle bitiremediğimiz Cannes filmlerinden 'Dogman'.
O zaman vakit kaybetmeden Organize İşler'den bir video izleyelim ve yazıya öyle geçelim. (Çok aşırı yoğun bir insan olduğumdan vakit kaybına hiç tahammülüm yok çünkü.)
Organize İşler 2: Sazan Sarmalı - Kıvanç Tatlıtuğ'u kıro ve dandirik bir mafya babası olarak görmek isteyenlere özel...
İlk filmden 14 sene sonra geldi yapım. O 14 yıllık süreçte maalesef oyuncu Erdal Tosun'u kaybettik, İstanbul'un biraz daha ebesini belledik, Yılmaz Erdoğan'ın yüzündeki çizgiler biraz daha belirgin oldu ve ben de uff, kim açtı bu konuyu, 31 yaşına girdim. Filmin vizyonu, 'mısır krizi'nden dolayı birkaç ay gecikti, o süreçte Yılmaz Erdoğan ve tayfası organize işler yürüterek fazladan 1-2 lira bilet payı kopardı, Erdoğanların cilveleşmesiyle yeni sinema yasası imzalandı ve sonunda vizyona girdi film.
Yazan ve yönetenin yine Yılmaz Erdoğan olduğu filmde, Kıvanç Tatlıtuğ da jön dışında bir rolle karşımıza çıkıyor. Ezgi Mola ve Bensu Soral filmin diğer başrolleri olurken; Özgür Turhan, Mesut Süre, Ata Demirer, Ekin Türkmen gibi sürprizler de kadronun içine serpiştiriliyor.
Organize mi işliyor?
Filmin başlarında safça bir adam, tam nikahı kıyılacakken telefonla aranıyor ve "Biz savcıyız, para gönder" numarasını yutuyor. Meğerse o, Asım Noyan'ın (Yılmaz Erdoğan) kızının (Bensu Soral) evleneceği adammış (boş ver bunun ismini). Sonrasında kızı gidiyor ve "Sen bu işlerden anlarsın" diye dolandırıcı babasından yardım istiyor, bu da Asım'ın kızıyla arayı düzeltmesi için bir bahane oluyor. Bu arada, Kıvanç Tatlıtuğ da bahis mafyası, hazır kaslarını kaybedip göbek yapmışken sıfatsız bir mafyayı oynayıp öyküye dahil oluyor ve sinemamız mafya-düğün-'geri zekalı adamlar' üçgeninden oluşan bir yerli komedi daha kazanıyor.
Bu yine yakışıklı olmuş abi ya, hani sıfatsız mafya olacaktı? Ayıp ama ya...
Muhteşem Yılmaz'ın eşsiz replikleri...
Filmin çoğu Kıvanç Tatlıtuğ'un ve Yılmaz Erdoğan'ın poz kesmesinden, taklit yapmasından oluşuyor ve bu da bayıyor. Ayrıca Erdoğan'ın kendisine ne kadar hayran olduğunu filmin her karesinde belli etmesi sıkıyor. Mesela Asım bir söz söylüyor, hemen ardından yine kendisi "Bundan iyi şiir olurmuş" diyor, başka bir sahnede Asım yine dandirik bir şey diyor, yanındaki karakter "Ne kadar muhteşem dedin" diyor, yani senarist sürekli dolaylı yoldan kendini övüyor. Yılmaz abim bu aralar kendini övmeyi abartmış galiba, kendisine Muhteşem Yılmaz diye seslenilmesini de istiyor mu acaba özel yaşamında?
Yılmaz Erdoğan övgü bekleme pozisyonunda....
Sanki ben ajansmışım da BKM'ye revize isteği göndermişim gibi, madde madde incelersek:
* Organize İşler 2'nin "-Araba nerede? -Para nerede? -Araba nerede?" repliğine iki kere gönderme yapılması gereksiz duruyor. Lütfen o göndermeleri bire düşürelim.
* Bu artık Türkiye sinemasının bir özelliği oldu ama ben hâlâ bu kadar farklı müziğin koşturur gibi art arda girip seyirci duygularına oynamasına gerek yok diye düşünüyorum. 'Bozuk karışık kaset tarzı' iyi bir tarz değil. Bari Nil Karaibrahimgil'in ilk film için yaptığı şarkıyı koysaydınız. Seyirci sevdiydi onu.
* Asım'ın duygusal aile ilişkilerine, oradan da vıcık vıcık baba-kız ilişkisine fazla girilmiş. Oradan biraz uzaklaşalım. Mümkünse bir sonraki film de Duygusal Dede Asım Noyan hakkında olmasın.
* Asım bu kadar çok hayat dersi vermesin, itici duruyor. Bizim çocuk sıkılıyor. Dövüş görmek istiyor o.
* Asım'ı filmden komple çıkarsak mı acaba ya?
* Yılmaz Bey bu havadan çekim işini çok sevdi ama, filmi bu kadar drone'lamaya gerek yoktu gibi. Zaten İstanbul'un aynı yerlerini çekmiş yine, madem öyle ilk filmdeki görüntüler de kullanılabilirdi. Masraf olmazdı yani.
* İlk filmdeki Supermen karakterini geri mi getirsek? İyiydi o. Bizim çocuk çok sevdiydi onu...
Tüm sinema sektörünün mutlu etmeye çalıştığı hedef kitle, ergen çocuk (temsili)
Puan: 52 (yaşındaki Yılmaz Erdoğan'a hürmeten o da)
İskoçya Kraliçesi Mary (Mary Queen of Scots) - "Sinemada Tudors bulduk" nidalarıyla film izlemek isteyenler için
Josie Rourke isimli kadın yönetmenimizin ilk uzun metraj filmi olan bu yapımın başrollerinde en son Uğur Böceği (Lady Bird) ile izlediğimiz genç oyuncu Saoirse Ronan ile yanlış hatırlamıyorsam en son Ben, Tonya filmini izlediğimiz Margot Robbie oynuyor. Film, "Queen of Scots: The True Life of Mary Stuart" uyarlandı, dünyanın dört bir yanındaki İngiliz kraliyeti entrikası hayranlarına özel olarak...
Neredeyiz? Tüm bu insanlar niye kaba?
1500'lü yıllardayız. Orta Çağ'ın ortasında bir yerlerde olduğumuz için her yerde kanlı taht savaşları hüküm sürüyor. Kanlı taht savaşı yapmaya gücü yetmeyenler de herhalde başka kanlı şeyler yapıyorlar, tam bir Orta Çağlı oldukları için birbirlerinin bağırsaklarını deşmeye, birbirlerini çivileyip yakmaya yer arıyorlar. Psikolojisinin bozuk olduğu belli olan ve koca istemeyen I. Elizabeth ile güzel olduğu kadar kurnaz bir entrikacı olan, CV'sinde 16 yaşında sigortasını başlattığı bir Fransız kraliçeliği bulunan Mary Stuart arasında geçiyor öykü, İskoçya ve İngiltere hakimi olma üzerine...
Yani, Max Richter'in film müzikleri eşliğinde, müzik biter bitmez oturmaya çalıştığın bir sandalye kapma yarışması heyecanında bir taht kavgası izleyeceğiz. İkisi de naif karakterler olsalar da erkek egemen bir dünyada ister istemez nasıl kurnazlaştıklarını, kirlendiklerini, dinden imandan çıktıklarını göreceğiz.
Rabia yapmaya çalışan I. Elizabeth...
E bu dizi olurmuş...
Bu film tamına tamına 124 dakika, bunda sorun yok. Sorun şurada ki; normal bir filmin uzun metraj senaryosunda 1-2 tane olması gerekirken bu filmde çok fazla doruk noktası olması, çünkü senaryoda çok fazla önemli olayı anlatmaya çalışırken hepsinin sıradanlaşması... Öyle olunca tatmin olamıyoruz ve; "Keşke bunu dizi yapsaymışınız, evde çoluk çocuk, elma portakal yerken kanlı İngiliz kraliyet entrikası izleseymişiz" diyoruz.
Filmin görsel başarısını ise es geçmek olmaz. Sen de 'sanat yönetmenliği' ben diyeyim 'yapım tasarımı' kısmı gayet iyi. Oscar'da da kostüm ve makyaj dallarında aday olabildi sadece. Filmin makyajdaki başarısını Margot Robbie’nin suratından görebilirsiniz. Bu güzeller güzeli ablanın çirkinleştirilebilmesi, sen de Michael Jackson'ın en beyaz hâli ben diyeyim Pennywise'a dönüştürülebilmesi büyük başarı.
Benzer işler...
Özetle; filmin temel amacı günümüzün önemli değerleri olan feminizm ve LGBTİ meselesini 500 sene öncesinde incelemek oluyor ve kimi noktalarda vurucu olabiliyor. Evet, LGBTİ ve feminizm. Aynen, 16. yy İngiltere’sinde. Doğru, adamın çükünü keserler. Hı hı, maalesef filmde de bir şeyler kesiliyor.
Puan: 30'u Margot, 30'u Saoirse'ye olmak üzere, 60
Köyden namusunu temizlemek için gelip kraliçe olmuş Mary...
Ölümcül Labirent (Escape Room) - Kaçış odasında eğlenceli başlayan gece yine kanlı bitti!!
Evet, artık bu bir gelenek hâlini aldı, neredeyse her yıl ismi Escape Room olan bir gerilim ya da korku filmi geliyor. Adam Robitel'in yönettiği bu filme gidecek olanlar da bilecek ki, birtakım şeyleri temsil eden bir grup insan türlü odaların gazabından kaçmaya çalışacak, Survivor'ın iç mekandaki hâli diyebileceğimiz birtakım performans oyunlarını geçmeye çalışarak...
Kaçabiliyorlar mı?
İki kadın ve dört erkek, kendilerine gelen gizemli bir kutuda yer alan mesajı okuduklarında 10 bin dolarlık bir ödülü olan bir kaçış odasına davetli olduklarını öğrenirler. Hepsi toplandığında oyun başlar, film doğrudan konuya girer ve filmin bu netliği hoşumuza gider. Hem zeka hem performans gerektiren bulmacalarla gerilir, bu cani oyunlarla Testere serisini hatırlarız ve bu da bizi daha çok gerer: Allah korusun yoksa Testere'ye çok benzeyen yeni bir seri mi başlayacak? Nolur, yeni bir Testere başlamasın ama lütfen! Nolur 9 film boyunca I want to play a game yapmasınlar bize?
Testere serisinin son filmleri aklıma gelince böyle oluyorum ben de...
Eğleniyor muyuz gençler?
Filmde, gerilimli, hareketli, eğlenceli yerler mevcut. Özellikle ses miksajının iyi olduğunu, çığlıklarla müziklerin karıştığı birkaç sahnede hissediliyor ve yapım tasarımı göz dolduruyor. Özellikle her şeyin ters olduğu odanın görselliği, ayrıntıları, nesnelerin yerleştirilmesi, karakterlerin odaya dağılımı iyiydi be... Evet bu filmi hiçbir eleştirmen beğenmedi ama ben biraz kandım; "En azından emek var, uğraşmışlar" dedim, ben dedim "Düz odamı bile zor toparlarken, bunlar ters oda tasarlamışlar, bravo" dedim.
Siktr, konsept mekana geldik, çay kesin 10 lira...
Filmin olmamışlığı üzerine (*SPOILER* barındırır)
Film, sonlarda çuvallıyor. Kaçış odasına toplananların 'kazalarda son hayatta kalanlar' olmaları güzel tema ama bu tip bir oyunun arkasında sadece zengin eğlencesi olması fikri kolaycı. Yapımcılar filmi keşke gizemli başladığı gibi gizemli bitirseydi de soran olunca "Gizemli başladığı gibi gizemli bitsin istedik" deseydi. Öyküyü açıkladıkça sıcıyorlar çünkü. Kötü adamı dümdüz yapmışlar, hele ki sonraki filme yer açmak için olayı değişik bir teşkilat kafasına bağlayıp saçmalamışlar ve umarım Testerelerden oluşan bir teşkilat değildir bu...
- Hediye olarak böyle dümdüz kutu aldım diye inşallah ağzıma sıçmaz...
Puan: Daha fazla kötü şey söyleyip kimsenin kalbini kırmadan 70
Dogman - Afişinde ne görüyorsak aynen onu anlatan film...
Yönetmen Matteo Garrone. Masalların Masalı diye çevrilebilecek bir filmini izlemiştik 3.5 yıl önce Filmekimi'nde, kendisinin aynı zamanda mafya konulu Gomorra diye sağlam bir filmi de vardır. Bu son filmi, 2018'de Cannes'ın ana yarışma filmlerindendi ve filmin başrolündeki amatör oyuncu Marcello Fonte En İyi Erkek Oyuncu ödülünü aldı götürdü. Murateo Durallone de, bu filmi bir festivalde izleyip sizler için yazdı.
Filmin öyküsü şu ki; Bir kasabadayız ve burada bir köpek berberi var. Herkes tarafından sevilen ve sevilmek de isteyen geri zekalı bir karaktersiz bu. Herifçioğlu, "Hiç kimseyle ters düşmeyeyim" kafasında ve tüm mahallenin başına bela olan keş bir boksörle bile kanka olup onun tüm baskısına boyun eğiyor. Başı beladan kurtulmuyor ve biz de "Hak ettin" diyoruz. Nedense ezik olan, ezenden daha çok gıcık ediyor insanı...
Filmin oyuncusu Marcello Fonte'nin öyküsü ise filminkinden daha çekici. Eski mahkumlar için hizmet veren bir merkezde bekçilik yaparken aniden hastalanan bir mahkumun yerini almış ve öyle keşfedilip seçilmiş role de. Sinemaya âşık olan Fonte, daha önce de "Beni yönetmen gönderdi" diye set ekibini yiyerek Martin Scorsese'nin New York Çeteleri filminde oynamış.
"Bu tipte biri yalan söylemez" diye ne derse yiyorsun herhalde...
Filmde ne anlatılıyor?
Bu filmde ne anlatılıyor bilmiyorum. İki karakter arasındaki sado-mazo ilişki mi gösteriliyor, yoksa 'değişik köpekler ve değişik adamlar' üzerine bir film mi bu, emin değilim. Hani köpekler cins cins olur ya, bu film de "Ne cins adamlar var yaa" diyor galiba. Köpek-insan ilişkisi üzerinden bir otorite durumu gösteriliyor, ama çok bir yere varılamıyor. Başından sonuna kadar şiddet var ama bu bir gerilim duygusu sağlamıyor.
Filmin renk paleti için ise çamur renklerinde denilebilir. Yer yer yeşile çalıyor, yer yer gri-kahve arasında gidip geliyor. Aslında adamın çirkinliği ve mekanların çirkinliği örtüşüyor ama bunlar atmosfer yaratmaya yetmiyor. Köpekleri izleseydik keşke sadece...
- Wes Anderson'un Köpek Adası animasyonunu izlemiş miydin?..
Puan: "Yeter bu kadar Cannes yarışma filmi" anlamında bir 55
SONUÇ - Peynirin yanında bilet vermiyorlar mı şimdi?
Bu haftanın yıldızı benim için, benden başka kimsenin beğenmediği gerilim Ölümcül Labirent. Siz yine de gitmeden diğer eleştirmenleri okuyun, bana ayıp olmaz merak etmeyin! Ayrıca İngiliz kraliyet alesi meraklısıysanız İskoçya Kraliçesi Mary'e de gidebilirsiniz. Dogman ise diğer Cannes 2018 filmlerinin yanında zayıf kalıyor bence, önermem. Organize İşler 2 de aynı şekilde zayıf ama "Yılmaz Erdoğan'ın cebine 2 lira daha fazla girsin" derseniz gidebilirsiniz tabii...
Bu arada ben Bizim İçin Şampiyon ve Aquaman filmlerine yeni gidebildim ya. Ve bir şey diyeyim mi; ikisini de çok beğendim. Hâlâ izlemediyseniz onlara gidin, hepsinden güzeller valla. İzlediyseniz de ne bileyim Netflix'te filan takılın, yeter ki beni bi rahat bırakın artık...
Twitter: @duraladam
-BİTTİ (Haftaya bir sürü bir sürü yabancı film var ve ben yine hepsini izleyeceğim galiba)-
facebook'ta Paylaş twitter'a yolla Allah'a havale et